Corona ve Ontolojik Kırlıma
Cavit Mukaddes
Genel olarak, kabul edilen canlıları, tip, sınıf, dizi, tür olarak sınıflama yöntemi içinde insanın özel bir yeri vardır, yani canlılar sınıflanmasında Kordata tipi, memeliler sınıfı ve Primatlar dizisinde bulunmaktadır. Marks insanı türsel varlık olarak tanımladığı zaman, kesin biyolojik ayırımlardan çok onun toplumsal özüne odaklanmıştır.
Rönesans düşünürleri mikro kozmos ile makro kozmosun özde birliğinden söz ettiler. Doğru bir yaklaşımdı.
Günümüze gelirsek! Kant’ın deyimiyle “gemiyi karaya” oturtursak ne görürüz?
Bir tufan ve çöl baskını: Corona!
Freud haklı olarak “yas törenini” insanlığın en uzun süredir devam eden geleneği, medeniyetin bütününün (ikincil doğa) dayandığı bir gelenek olarak görüyordu.
En eski geleneğin bile askıya alındığı bir dönemde yaşıyoruz. Corona sadece hayatla değil ölümle de ilişkimizi değiştirdi: her gün binlerce insan ölüyor, ama bayraklar yarıya indirilmiyor, kimse kimseyi teselli bile etmiyor, edemiyor.
Freud, insanın yas tutan tek canlı olduğunu dile getirmişti (muhtemelen törensel ve ritüeller açısından dile getirmiş, yoksa doğada birçok canlı o acıyı hissediyor) ve Corona, bu tanımı bile değiştirdi.
Bir basın toplantısı sırasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Corona hakkında garip bir sahne yarattı. Başkan salona girdi, kendini mikrofonun arkasına yerleştirdi, konuşma metnini içeren klasörü açtı, başını kaldırdı ve ansızın gazetecilerin koltuklarının yarısından fazlasının boşaltıldığını fark etti. Bu anlar bir politikacının sosyal mesafe kavramıyla tanışma anıdır. Biraz “şaşkınlık” geçirdikten sonra çabucak kendini toparladı ve “Ne güzel bir gün. Boş koltuklara bakın!” dedi. “Hiç böyle bir şey görülmedi, ah dünya ne kadar değişti, ne kadar değişti”, dedi ve devam etti. Trump başını salladığı an kendisiyle mi seyirciyle mi konuştuğunu bilmiyoruz, yüzünde kasvet ve huzursuzluk kombinasyonundan oluşan bir bakış vardı. Dünya onun bildiği yer değildi artık.
Hepimiz, bunalmış durumdayız, hepimiz, dünyadaki değişimi anlamanın belki de anlamamanın şokunu yaşıyoruz, tarif edilemez an’ın deneyiminden geçiyoruz hepimiz. Bilmediğimiz bir değişiklik, ne kadar büyük, ne kadar etkin, bizim için ne getirecek ne götürecek, geleceğin nelere gebe olduğu gerçeği. Ve en önemlisi, bu korkunç değişiklik hakkındaki duygularımızı neden düzgün bir şekilde ifade edemiyoruz, ya da neden “gerçekleşmekte olan bir deneyim” olarak sindiremiyoruz? Denenmemiş bir şey ve ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi yaşıyoruz, ancak aklımız, kalbimiz ve tüm duygularımızla, görünüşümüzde bile belirgin olan bir değişimin sonuçlarını anlamaya çalışıyoruz. Giden canlara yanıyoruz, içimize atmanın bir yararı olmadığı halde bunu denemeyi seçiyoruz. Ama başka seçenek yok, insan, en zor işinden, yani “düşünmek” ten vazgeçemez. Devam etmemiz gerekiyor, devam edeceğiz, “yaşamak” için direneceğiz.
Aşağıda, içinden geçtiğimiz süreci anlamaya çalışarak, aslında nelerin yaşanmakta olduğunu ve ne kadar korkutucu olduğunu bilmemize rağmen, bize neler yapacağı, ne yaratacağını, nelere tanıklık etme şansını vereceğini tam olarak bilmeyerek, şu an ve içinde bulunduğumuz kesitten, Corona için felsefi-tarihsel bir dizi soru, yanıt sunmayı deneyeceğim:
1: Bir krizin tüm yönlerini açıklama iddiası ne olabilir ki? Aklın mitine değer verirsek eğer, tabii ki krizin doğasını görmezden gelmenin anlaşılmaz ve akıl dışı bir olay olarak görüldüğünü algılamamız gerek.
2: Enigmatik durum ( yani bilinmezlik- muamma durum) krizin içsel bir parçasıdır ve bir bilmeceyi açıklamanın mantıklı sonuçları olmadığında buna “kriz” denebilir.
3: Corona bir dual krizdir.
İnsanın ve doğa arasındaki krizi ve doğanın insan için yarattığı kriz.
Ve Corona’nın “akut semptom” olduğu bu iki krizin birbiriyle diyalektik bir ilişkisi var. Bu nedenle, insanlar için “korona krizini” anlamak, doğa açısından insanın yarattığı krizi anlamayı gerekli kılar.
4: “İnsan Krizi” veya Hastalık Olarak İnsan!
“Doğa için insan krizi” ne demektir? Ya da şu anda insanı doğanın bağışıklık sisteminin bir parçası olarak hastalık ve korona nedeni olarak düşünmemiz neden gereklidir?
Bu bölümde, bu sorunun cevabını felsefi kanallar aracılığıyla bulmaya çalışacağım ve elbette ampirik kanıtlara dayandıracağım.
5: Corona’nın felsefi adı: “insan ve doğa arasındaki ilişkide akut gerilim belirtileri” olarak düşünülebilir. Bir önermedir.
Corona, insanlar için bir “kriz” ve doğa için bir tür “tedavi” gibi görünmektedir. Ya da açıkça söylemek gerekirse: doğa için insan bir “patojen” ve corona, patojene karşı geliştirilmiş tedavi algoritmasının acımasız ve radikal bir tedavisidir.
6: Corona, doğanın akıllıca tepkisidir (biyolojik savunma da denilebilir, yıkıcı bir türe karşı), akıldan yoksun çıkışlara ve sınırsız doğa tahriplerine karşı. İnsan’ın Corona’ya yakalanması doğanın insana müdahalesidir. Ama neden burada biz İnsanı hastalığın müsebbibi olarak görüyoruz?
7: Antik dönemin atomcu düşünürleri, dünyanın atomlar ve boşluklardan oluştuğunu savunuyorlardı. Boşlukta, ama belli bir doğrultuda dümdüz süzülen atom parçacıklardan söz ediyorlardı. Sadece Epikuros okulundan olan filozof Lucretius atomların hareket düzleminde oluşan “sapmadan” söz ederek yeni bir kuram yaratır. Ya da dönemin en önemli bilimsel saptaması-devrimi da denilebilir.
8: Lucretius, özetle bu düşünceyi savunur: Evrenin atomlar ve boşluklardan oluşuyor olması bu onların belli (sabit) bir doğrultudaki hareketlerinin sonucu değil, belki o düzlemde, bir atomun dönerek-saparak yanındaki atom parçasına çarpmasıyla oluşmasından ibarettir.
9: Bir rastlantı, bir dönüş hareketi, yaşamın oluşmasına sebebiyet verir. Bunu neden hatırlatma gereği duydum? Lucretius’un görüşü, yani atom parçacığının sapmasıyla yaşamın oluşma düşüncesi ve bugünkü insan ırkının doğadaki yerini iyi algılamak için. Bir anda ama doğa tarafından gerçekleşen mutasyon-sıçrama ve her şeyin sözde kontrol altında olduğu bir dönemde, tüm logaritmaları altüst ederek ortaya çıkışı ve yıkım sürecinin başlatması.
10: İnsanın doğadaki oluşumu ve serüveni, eriştiği güçle bir uç nokta, yani yeni bir düzene geçişi, “modern” dünyayı yaratması.
İnsan, sadece insan, uygarlığın mimaridir (yani: ikincil doğa) ve vahşi doğayla ilişkisini koparan tek canlı türdür.
Ve bu “uygarlık” seviyesine ulaşmak için doğaya karşı en vahşi yöntemleri kullanmaktan hiç çekinmedi.
11: İnsan, havayı zehirler, dağları taşları tahrip eder, ormanları yerle bir eder, doğadaki nadir türleri ortadan kaldırır.
12: Uygarlık-Vahşet paradoksuna atıf yaparak, doğadaki tek saplantılı ve sapmaya uğramış canlı yine insandır. Yeryüzünde başka bir tür dünya savaşı çıkarmıyor, zehirli gaz odaları tasarlamıyor, kendi türü ve ırkını bile kıyımdan geçirmiyor, atom bombası darphanesi yoktur ve de plansızca sayısı artanı da yoktur.
13: İspanyol gribinden bugüne dünya nüfusu 1.8 Milyar’dan 8 Milyar sınırına dayandı. Tam da bu noktada doğa ve insan karşılaşmasının en kritik safhaya ulaştığını söyleyebiliriz. Tarihin, yaşamın, hiçbir aşamasında hiçbir tür, insan kadar var gücüyle doğaya, başka canlı türlerine bu kadar yüklenmedi.
14: Tarihlere, olaylara pür dikkat bakmamız gerek: Küresel ısınma, mevsimlerin sapması, Sars virüsünden domuz gribi( H1N1 virüsüne) geçen süre 7 yıl idi, Domuz gribinden MERS virüsüne 3 yılda geldik, MERS virüsünden Ebola’ya 2 yıl gibi kısa sürede, I.Ebola virüsünden II.Ebola virüs 4 yıl, Ebola 2’den Covid-19’a sadece 1 yılda vardık! Şaşırtıcı değil mi?
15: İnsan, doğada öyle sınırsız bir sıkıştırmaya sebebiyet vermiş ki, hiç tahmin bile edemeyeceğimiz canlı türler, kendi bünyelerindeki virüsleri insan müdahaleleriyle her tarafa bulaştırıyorlar. Belki de bu kez doğa, insanı çıkmaz sokağa sürüklüyor ki kendi içindeki dengeyi bulsun. Canlı türlerin endüstriyel kıyımına bir tepki oluşmayacak mı? Uzak bir ihtimal değil, çünkü artık doğa ve insan türü tüm cephelerde karşı karşıya kaldı. Görülmedik biçimde ve hacimdeki seller, heyelanlar, depremler, tayfunlar, afetler, çöl fırtınaları, korku filmlerini aratmayacak şekildeki çekirge sürüleri istilaları vs.
16: Kısa pandemi sürecinde, doğanın, canlı türlerin verdiği tepkiler birer ders niteliğinde ama sanmıyorum ki kısa süreliğine bile olsa insanı düşündürsün bütün bu olup bitenler. Düşünün ki bu kısa sürede diğer canlı türlerinin muhteşem geri dönüşleri; tüm o uluslararası toplantılar, büyük büyük laflar, konferanslarla olmadı, doğa kendi dengesini oluşturdu. Bütün bunlar aslında bir uyarıdır. Çünkü bu yıkım sürerse çok daha başka tepkiler gelişecek. Yani, Paris Anlaşması’nın (2015), nedenli içi boş bir şey olduğunu direkt doğa hatırlatıyor!
17: Doğanın yasası çok açıktır, direnç sınırları bellidir. Kırmızı çizgisini olanca yüksek bir sesle duyuruyor. Ya bu sese kulak verilecek, ya da er ya da geç insan doğadan silinecek, “kara ütopya” sadece “V for Vendetta” adlı sinema yapıtının ana aksı değil, insan bu hız ve şiddette doğaya karşı yıkıma devam ederse karşılaşacağı çok büyük sürprizin de adı olacak. Düş değil, rüya değil, kabus değil: Hakikattir! Bir doğal tepki, kısa sürede, insanoğlunun yarattığı “uygarlığı” nasıl tatile çıkardıysa, yine gerek duyarsa tüm şalterleri indirir ve insanoğlu sadece izlemekle yetinir. Sadece Olimpiyat oyunları erteler, Brext’i unutturur, üretimi durdur, darphaneleri deliler gibi çalıştırır! Parayı pul eder. İbadet yerlerini tüm dünyada ve tüm inançlarda kapatır. Boris Johnson’u bile suni teneffüse mahkum kılar.
18: Corona, insan için yeni bir “Rönesans” olmalı. Başka türlü ne okunabilir ne de algılanabilir bu durum. Yani bu yıkım ve depremin ardından tüm akıl ekseni, modernite ve sonrasını da göz önünde bulundurarak bir sosyal, ekonomik model geliştirilmeli. Amaç “Endüstri 5” olmamalı, böyle bir niyeti, girişimi bugünkü dünyanın sırtlaması çok zor bir tercihtir. Dibe çöker her şey ve sonu hüsranla biter.
Artık modern dönemin efsanelerini tekrar gözden geçirmeliyiz, sihirlerden arındıracağız zihinlerimizi. Tüm kurumlar yeniden ele alınmalıdır. Bireycilikten tutun, üretim, dağıtım biçimleri, sınıfsal konumlar, serbest piyasa kuralları, tamamı ama tamamı tekrar mercek altına sokulmalı.
Post-Corona’yı tartışmak sorunu çözmez, Post Kapitalizmin ayak sesleri on yıldan fazla bir süredir dünyayı sarmış durumda. Sistemin oksijen sensorları işlevsizleşti. Yeryüzü kendini daha insani ve adaletli bir zemine doğru hazırlamalı. Maksimum kar, azami sömürü ve minimal kar dağılımın bizi nereye sürüklediğini bütün hücrelerimizle hissediyoruz artık.
19: “Gelişme” doktrinleri, “Şok” doktrinleri, “bilim her şeye yanıt verebilir” ısrarı, küreselleşme safsatası ve tüm uluslararası kurullar, sadece 4 ay gibi kısa sürede çöktü. Çöküş, hem zihinsel hem de fiziki anlamda gerçekleşti üstelik. 18. Yüzyılın aydınlanma fırtınası bile (yani bir yüzyıl) bu 4 ay süre kadar insanoğlunu etkilememişti. Tam bir deprem yarattı. “Serbest Piyasa”cıların tamamı birden bire “devletçi” oldular ve “neden devletler müdahil-yardımcı olmuyorlar?” soruları havada uçuşmaya başladı. Fransa bile Corona öncesinde başlatmayı planladığı özelleştirme furyasını durdurdu.
Marks, bu çelişkilere en doğru yanıtı vermiştir, o yanıt hala geçerlidir. Bize kalan tek şey bu yeni durumu sil baştan tekrar yorumlamaktır, yeni Marks, yeni Nietzsche, yeni Kant, yeni İbn-i Sina, yeni Hayyam, yeni Rousseau’lar çıkarmamız gerekiyor.
20: Corona, bir sınıf krizidir ayrıca. Amerika’da yaşamını yitiren insanların çoğunluğu o toplumun en alt kesimlerinden oluşması ve en makul sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmış kitleler olduklarını unutmamalıyız.
21: Corona aynı anda zaman kavramında bir kırılmadır. Ona atfettiğimiz değeri yeniden ele almak gerekiyor. Belki de ilk kez borsa hareketleri, sermaye piyasası verileri, dolar endeksi vs. gibi terimlerin yerine “zaman”ı, kalan fırsatımızı takip etmeyi tercih ediyoruz, hayatta kalma süremizi merkeze alıyoruz: karantinada 50.gün, karantinadan 55.günümüz vs.
22: “Son-Bitiş”, “Son Bulma”, “Sonuna Doğru” gibi kavramlar ağırlığını hissetmeye başladılar, zamana atıf yaparak bunu yapıyoruz. Ayrımlar farklı olsa bile, sonuç olarak, ya kendi sonumuzu sorguluyoruz ya da sürecin ne zaman sona ereceğini.
23: Heidegger: “Ölüm olasılıkların sonu anlamına gelir” der, Corona’lı dönemde yaşamak ise bu duyguları en uç noktalara taşıyarak, hissederek yaşamaktır.
24: Ay’a giden insanoğlu, toplam ağırlığı 5gr. olan bir hastalığın karşısında (10 milyon kişiye buluşacak virüs’ün fiziki ağırlığıdır) çaresizce çırpınıyor, çıkış yolu arıyor. Deneysel akıl kötü günlerden geçiyor.
Hayal kırıklığına karşı tüm sihirlerimizle savaşıyoruz. 300 yıllık modernite tarihi bilim-felsefe tartışmalarıyla geçti, Husserl’den Feierabend’e, Fransız Devrimi’ndeki rasyonalizm kültünden ve yüzlerce başka önermelere kadar. Tümü “hayal kırıklığı” koridorundan geçerek kavramlara, kuramlara ulaştılar.
25: Corona sonrasında neler gelişir, neler değişir, zamana yayılarak hep birlikte göreceğiz, fakat bu satranç oyununda artık insan yalnız değil, karşısında doğanın gücü, zekası var, yani insanı yaratan zeka!
Boş umutlarla buraya kadarmış, dar matrislere sıkıştırılmış, imhaya götürülen doğa, farklı taşlarla ve hamlelerle karşılayacak insanı, hiç acımayacak, hiç merhamet duymayacak, çünkü kararı insana bırakmıştır. Ya doğanın kırmızı çizgisi hesaba katılacak ya da ileri ama kısa tarihlerde çok daha farklı fırtınalara tanıklık edecek insanoğlu. Gerçekçi, hakkaniyetli, vicdanlı, adaletli kararlar, geleceği belirleyecek, “corona sonrası her şey çok farklı olacak” gibi şehir efsanelerine doğanın, bilimin, felsefenin zihni toktur ve bir etkisi yoktur. Başka bir dünya mı? Neden olmasın? Bu sorunun yanıtı doğa-insan dengesinin de yanıtıdır.
Sonuç itibarıyla, felsefenin sorularıyla, bilimin soruları ayrıdır, fakat apayrı değildir.
Sistemler ve varsayımlar veya boş değerlerin ve sahte yönelimlerin aldatıcı yorumları doğal anlayış yetimizi bozmuş olmalı ki böylesine basit bir hakikat, uzun süre dikkatimizden kaçmış. Artık başka türlü bakmayı ve yorumlamayı deneyeceğiz.
***
“Her iş çetrefil bir düzenin içinden gelir,
Sonucu aldığımız an bir sanrı zinciri
Şakırdar bilinçte: Ben şimdi ulaştım mı?” – Enis Batur
*
“Üç mevsim oldu. Uçtu, üç mendil güvercin
Git nereye istersen, ey gökyüzü!
Artık alışılan bir şey oldu yaşamak
Gece gibi, deniz gibi…” – Ekrem Kahraman
Cavit Mukaddes